KORKUNUN GÖLGESİNDE EGEMEN OLMAK!
Devlet ve hükümetin baskı ve terör politikasını Haziran Halk Ayaklanmasının yıldönümünde eylemlere katılımı engellemek için “açıklama” yapan RT Erdoğan tüm açıklığıyla ortaya koydu.
Hükümletin başı, “açıklama” adı altında devrimin toplumsal güçlerini tehdit ederken “gerekli emirler verilmiştir gereken neyse A'dan-Z'ye uygulanacak” demişti. Bu tehdidin arkasından Okmeydanı'ında Uğur Kurt'un katli gerçekleşti.
Tehdit ilk değildi. Aynı adam iki yıl öncesinde de Kürt halkını tehdit ederken “Kadın, yaşlı çocuk demeden gereken neyse yapılacak” demiş; arkasından 34 Kürt'ün katledildiği Roboski katliamı gelmişti.
Geçtiğimiz günlerde Lice'de askerlerin yaptığı katliam ise “B ve C planlarımızı uygularız” tehdidinden sonra geldi.
Bu kısa özet, tekelci sermayenin sınıf egemenliğinin tehdit, devlet terörü, katliam ve baskı yöntemleriyle ayakta tutulduğunun; tekelci sermayenin başka egemenlik aracı kalmadığını net biçimde ortaya koyuyor. Bu özet tabloyu, kimilerinin yaptığı gibi, devlet ve hükümeti “sağduyuya” davet etmek ya da ondan “adalet beklemek” gibi naif niyet ve amaçlarla yapıyor değiliz. Bu, bizim değil, bugüne kadar olduğu gibi, sosyal reformistlerin ve oportünistlerin işidir.
Buradaki amacımız, sermaye sınıfının, egemenliğini korumak için hangi yöntemlere sarıldığını ve neden sarıldığını ortaya koymaktır.
Egemen bir sınıf, egemenlik yöntemlerinde bir biçimden diğerine, bir sözde ödünler yönteminden baskı ve zor biçimlerine ya da tersi duruma keyfi nedenlerle değil, kendi egemenliğinin koşulları nedeniyle geçer.
Tekelci sermaye sınıfı, ifadesini bir Kasımpaşalı'da bulan tehdit, devlet terörü ve baskı biçimlerine başvuruyorsa ve egemenliğini ayakta tutmanın başlıca araçları olarak bunları kullanıyorsa bunu bütün ruhunu ve dünyasını saran ayaklanma ve devrim korkusundan yapıyor.
Dolayısıyla, önce şunun altını çizelim: Yetenek, bilgi, kültür, zeka vb. bakımlardan vasatın altını işaret eden bir adamı bir sınıfın tüm politikasının kaynağı ve nedeni olarak görmek ona hiç de hakketmediği bir gücü vehmetmek anlamına gelir ki, Kasımpaşa'lının bunlarla uzaktan yakından alakası yok.
Onun tek özelliği, saydığımız özellikler bakımından sermaye sınıfının baskı ve terör politikasına biçilmiş kaftan olmasıdır. Devrim korkusunun bütün bir egemen sınıfı sardığı koşullarda sermaye sınıfı, kendi adına hükmedecek üstün vasıflı kadrolara değil, tam tersine, vasatın altında kalan insanlara ihtiyaç duyar. Devrimden korkan Fransız burjuvazisinin 19. yüzyılda, Marx'ın “vasat bir alçak” dediği, Louis Bonaparte'aihtiyaç duyması gibi.
Sermaye sınıfının ayaklanma ve devrim korkusu yersiz mi? Kendisinde üstün vasıflar olduğuna toplumu inandırmaya çalışan RT Erdoğan'ın Soma'da emekçilerin linç girişiminden bir markete sığınarak kurtulması, Türkiye'de bir ilk'tir.
Aynı yere A.Gül'ün ancak görülmemiş önlemler sonrası gitmeye cesaret edebilmesi, Türkiye'de bir ilk'tir. Aynı kişinin, bir yerden bir yere giderken işçilerin tepkisinden korktuğu için yolunu değiştirmek zorunda kalması, Türkiye'de bir ilk'tir.
Bu “ilk”ler, emekçi sınıfların ve ezilen halkların içinde bulundukları ayaklanmacı ruh halinin dışa vurumunun sonuçlarıdır. Egemen sınıfın en üst düzeydeki kadroları işçilerin, emekçilerin, ezilen halkların doğrudan tehdidi altında olduklarını görüyorlar.
Lice katliamından sonra A.Gül, RT Erdoğan ya da bu düzeyde bir kişinin Amed ya da başka bir Kürdistan ilinin sokaklarında dolaşabileceklerini kim iddia edebilir?
Ayaklanma havası giderek iki ülkenin halklarını, devrimin tüm toplumsal güçlerini sarmaya devam ediyor. Dün İstanbul'daki ayaklanma havası dağılmadan bugün bu hava tüm Kürdistan'ı etkisi altına almış durumda.
Bu havayı dağıtmak için tekelci sermaye sınıfı adına hükümet ve devletin bulabildiği tek yöntem Kasımpaşa'lının “gereken neyse yapılacak” tehditkar sözleriyle ifade ettiği devlet terörü ve diğer baskı yöntemleridir.
Bu çare mi?Devlet terörü ayaklanma noktasına gelen emekçi sınıfları ve ezilen halkları durdurabilseydi şimdiye kadar dünya tarihinde bir tek devrim bile gerçekleşmemiş olurdu.
Bunun çare olmadığı; ama devlet terörünün, baskının, zorbalığın ayaklanma kıvamına gelmiş toplumsal orduların hareketini hızlandırdığı tarihte çok görülmüştür.
(Mücadele Birliği Gazetesinden Alıntıdır)